Hepinize merhaba… Öncelikle sizlere yazılarımı ulaştıracağım için çok mutlu olduğumu belirtmek isterim. Çok düşündüm ilk yazımda ne yazabileceğimi ve yerel yayın yapan bir kurumunun platformu için ilk yazımda buraya uygun en güzel yazı bu olabilir diye düşündüm. Göktürk’te yaşamayı neden çok sevdiğim…

Olumsuzlukları yok mu? Olmaz mı… Saymak istesem binlerce olumsuz şey bulup, canınızı sıkabilirim ama ben yine de olumlu yönünden bakma niyetindeyim burada yaşamanın. Biraz olumlu bakmalıyız, belki de şükretmeliyiz. Çünkü benim burada yaşıyorum diye şükrettiğim birkaç neden var. Ama önce sizlere kısaca nasıl buraya geldiğimizi, nasıl Göktürklü olduğumuzu anlatmak isterim…

Sene 2004’tü ve liseye yeni başlayacaktım. Babamın ise uzun yıllardan beri dilinde bir Kemerburgaz / Göktürk türküsü vardı. En hareketli olduğum senelerdi, arkadaşlarımla dışarı çıkmayı sevdiğim senelerdi. Ve bildiğimiz değil, hiç aşina olmadığımız bir semtti. Bir Etiler, Nişantaşı, Eyüp, Sultanahmet gibi gittiğimiz ya da duyduğumuz bir yer değildi.

Bir hafta sonu gelip ev baktık ve o gün evi alıp, oturmakta olduğumuz eve eşyaları toplamak için dönüyorduk. Kafam çok karışıktı. Komşuyu filan geçtim etrafta kimsecikler yoktu. Dönüş yolunda ise o zamanlar yol tek şerit ve ışıksızdı, bir kamyonun arkasında saatlerce yol yaptığımızı bugün gibi hatırlıyorum. Çünkü karar çoktan verilmişti, taşınıyorduk ve ben ağlıyordum :)
 
“Ne yapacaktım ben orada?”  
“Nasıl arkadaş edinecektim?”  
“Nereye çıkacaktım?”
“Peki, şehre nasıl gidecektim?”

Biliyordum hayat benim için çekilmez olacaktı. Çünkü sessiz sakin tam emeklilere göre bir yerdi.

Haziran ayının ilk haftası taşındık. Okullar tatile girmişti ve bu servis dolayısıyla arkadaş edinmemi imkansızlaştırıyordu. Yani koskaca 3 ay beni yalnızlık bekliyordu. Nasıl geldiğimi, taşındığımız gün nasıl ağladığımı size anlatamam. Hiç isteyerek gelmedim. Yol üzerinde evimizin karşısında birkaç dükkandan oluşan açık bir çarşı vardı. Ve koca Göktürk’te toplasam 3 restoran vardı.

Çok bildiğim yerler değildi, bildiğim olsa kaç yazardı ki, kimle gidecektim. Starbucks’ın açılışını mesela hiç unutamam. Odamdan mutlulukla o tabelanın takılışını izledim ve açılması için gün saydım. En azından yalnız gidip zaman geçirebileceğim iki insan görebileceğim bir yer olacaktı.



Uzun seneler söylene söylene yaşadım. Gençsin tabii, yapacak birşey yok, arkadaşın olsa bile çıkıp buluşabileceğin yerler yok. Şehre tek başına ulaşabileceğin neredeyse hiç birşey yok! Hep birilerine bağlımlısın. Yol gözünde büyür, gece eve geç dönmek gibi bir durum zaten yok. Taksi desen, daha taksiler bile burayı bilmiyor, komşu desen sitede yalnızca 8 ev var. Okul - ev arası mekik dokumaktan çok sıkılmıştım. Ve toyluk işte buranın bana neler katabileceğini, nasıl gelişebileceğini hiç kestiremediğimden çok söylendim… Ama o sırada yapacak birşey olmadığı için spora sardım ve bağımlılık yapan bir alışkanlık kazandım; sitenin sosyal tesisinin arkasından, fidanlığın arkasındaki tepelerden giden günü izlemek… Bende bir ritüel oldu :)

Böyle böyle giderek daha da çok sever hale geldim. Neden mi?

İşte Göktürk’e bu kadar bağlanmamın 6 nedeni;

1 ) Komşuluk İlişkileri!
14 yaşıma kadar her dinden, farklı şehirlerden insanla çok samimi ilişkilerin olduğu bir apartmanda yaşadım. O dönemde bile şaşırırdı arkadaşlarım, aile dostlarımız ve tanıdıklarımız apartman anılarımızı anlattığımızda. Dedem, babaannem/anneannem, ablam ve abim dediğim insanlarla dolu bir apartmandı. Herkesin evinde büyüdük öğrendik hayatı, sokağa çıkmaya hiç ihtiyaç duymadım. Herkesin ailesini tanıdım, kendi evimden çok komşularımın evinde zaman geçirdim. Onların hikayelerini dinleyerek ve geleneklerine ortak olarak büyüdüm yani kocaman bir ailede büyüdüm. Gelirken en büyük korkumlarım da bu ortamı bulamamaya dairdi.

Ya burada da apartmandaki gibi olmazsa?
Ya kimseyi bulamazsak?
Ya komşuluk ilişkileri yoksa?

Aileden öte benim için daha büyük bir korkuydu çünkü öyle büyümüştüm, aksini biliyordum ve beni mutsuz edecekti.

Şehirde olmasına rağmen çok güzel bir bahçesi vardı apartmanımızın meyve ağaçları vardı, sebzeler vardı. Şehirde bile bildik biz doğal hayatı. Top oynarken zarar verirdik illaki o maydanozlara ama canımız çok acırdı üzülürdük. Çünkü “ Yazık dikkat edin! Onlar da canlı…” derdi apartman görevlisi abimiz.

Ardından taşındık ve  seneler içerisinde oturduğumuz sitede o kadar güzel ilişkiler kurduk ki, tıpkı eski apartmanımız gibi. Tek farkla birbirimizden ziyade sosyal tesiste saatlerce oturmaya başladık. Şimdi komşu annelerim var, yine abilerim, amcalarım, abilerim ve birçok küçük arkadaşım var. Kar yağar sucuk ekmek yaparız, kocaman kahvaltı sofralarımız olur, yaz akşamları açık havada film izleriz. Toplanır yürüyüşler yaparız…
 
Sadece sitede değilki, tüm mahallede! Şimdi dışarı çıkıp baktığımda kafelerde bile olsa masalar zaman geçtikçe, tanıdıkla karşılaşıldıkça büyüyor, muhabbetler daha da keyifli oluyor. Yüzümde tuhaf bir gülümseme oluyor. İnsanların bir arada mutlu yaşaması ve sürekli iletişim halinde olmaları, herkesin burada yaşamaktan keyif alması, mutlu olması ve yüzlerinin gülmeleri beni de mutlu ediyor.
 
2 ) Heryere Hakim Olmak!
Küçük yerde yaşamak büyük avantajı. Yaşadığın her yere hakim olabiliyorsun, herkesi tanıyabiliyorsun. Size de oluyor mu bilmem ama ben küçük yerde yaşamayı seven insanım. Bunun nedeni de her yere hakim olabiliyor olmak, nerede ne olduğunu bilmek. Belki de küçük yerden ziyade mahalle hayatı demeli. Ama kocaman bir mahalle! Mahallenin / semtin yerlisi oluyorsun, gördüğün herkese selam veriyor hale geliyorsun. Çevrenin farkında olabiliyorsun.

Kendi adıma konuşmak gerekirse kendimi daha güvenli hissediyorum, daha özgüvenli hissediyorum. Kendimi ifade edebiliyorum ve yalnız olmadığımı hissediyorum. Kalabalıklar arasında kaybolmuyormuşum gibi geliyor. Kim kime, dum duma değil, tam hayatın içinde hissediyorum. Ve yabancı birini gördüğüm zaman ayırabiliyorum.


3 ) Köy Etkisi!
Bir üst maddede bunlardan bahsetmişken, son zamanlarda okuduğum en güzel ve  çevremdeki herkese tavsiye ettiğim Susan Pinker kitabı “Köy Etkisi”ne değinmeden geçmek olmaz. Çünkü tam da söylediklerimi destekler nitelikte!  Kitap, üstte “Her Yere Hakim Olmak” ve “Komşuluk İlişkileri” maddelerinde bahsettiğim iletişim, yardımlaşma, özgüven ve güven konularında köylerdeki yaşam gibi sosyal iletişim güçlü olduğu bir yaşam alanında yaşıyor olmanın öneminin altını çiziyor. Yüz yüze iletişimin, vücudumuzdaki bazı hormonların salgılanmasını artırarak stresi azalttığı ve birbirimize duyduğumuz güveni artırdığından bahsediliyor.
 
Ayrıca kitapta değinilen güncel araştırmalar, sosyal ilişkilerimizin yaşamla olan tatmin duygumuzu, kavramsal becerilerimizi, enfeksiyonlara ve hastalıklara olan direncimizi etkilediğini gösteriyor. Ve yalnızlık duygusunun  hem doğrudan kalp rahatsızlıklarına bağlı olan gerilimi artırdığı, hem de olaylara hakim olup sorunları çözme becerimizi de olumsuz etkilediğinden bahsediyor.

4 ) Esnaf var esnaf!
Mahalle dedik ya, her mahalle gibi bizim mahallemizinde tüm dükkanları, marketleri esnaf. Ben mahalle diyorum buraya. Mahalle hayatı var çünkü. Sadece alışveriş yapmıyorsun, hal hatır soruyorsun, iki insan görüp iki kelam ediyorsun. Bir paylaşım var ama organik. Bir sorun olduğunda herkes bir araya geliyor.

Ben yapım gereği iletişim kurdukça mutlu olabilen, esnafla konuşma ihtiyacı hisseden, insanları dinlemeyi seven biri oldum. Ödedim bitti değil, alıp çıkamayanlardanım. İlla bir yerlerden bir konu açılıyor, bir muhabbet yakalanıyor. Bir markete bile gitsen illa birkaç kişi görüp market koridorları arası sohbet koyulaşıyor. En olmadı illa o kasa görevlisi ile mutlaka iki kelam ediliyor. Kafelere ve diğer tek dükkanlara hiç girmiyorum çünkü oralardan ben hiç çıkamıyorum.

Artık eskisi gibi değil, şehire inmeden herşeyi yapabiliyoruz. İhtiyacımız olabilecek herşey elimizin altında.

5 ) Bize her gün hafta sonu!
Hani bazı yerler vardır ve o yerlerde hayat sanki hep hafta sonu gibidir. Hafta sonu rahatlığı vardır. Her gün tatillerde yapabileceğin aktiviteleri yaparsın. Göktürk böyle bir yer benim için. Şehre gitmeden birçok aktiviteyi günün her saati yapabiliyoruz. Gittiğimde ise eve dönmeyi, bir yerlerde kahve içmeyi, butik sinemamıza gitmeyi ve yürüyüş yapmayı iple çekiyorum.

Siteler, evlerin bahçeleri kısaca her yer yemyeşil. Her yer ağaç her yer çiçek. İnsanın baktıkça içi açılmıyor mu? Ne zaman sokakta yürüsem sanki İstanbul’dan farklı bir şehrin küçük bir kasabanın sokaklar arasında geziyormuşum gibi hissediyorum. Şehirle hiç alakası yok gibi.
 
Sokaklar kalabalık değil mi? Kalabalık! Gün geldiğinde adım atacak yer bulamıyor muyuz? Tabii ki oluyor. Ama evine girdiğin an o karmaşadan kaçabiliyorsun. Ve bence bu gayet büyük bir lüks. İstediğimiz zaman hayatın kalabalığına gürültüsüne karışabiliyor, istediğimiz zaman kaçabiliyoruz. Orman desek yanı başımızda, istediğimiz zaman soluğu doğada alabiliyoruz.

Dedim ya biz şehirde olsa bile apartmanımızın bahçesinde büyüdük ve bizim zamanımızda sokaklardan çocuk sesleri yükselirdi. Bazıları o sesleri çok sevmez ama sitelerden ilkbahar ile birlikte başlıyor çocuk sesleri yükselmeye ve ben o zaman anlıyorum yaşadığımızı. O oynayan çocuk sesleri olmasa ölürüz, neşemizi kaybederiz, canlılığımızı kaybederiz.

6 ) Yürüyebiliyoruz!
Her yere yürüyerek gidebilme imkanı harika değil mi sizce de? Evet bazı zamanlarda çok yorgun oluyoruz, o arabayı almadan gidemiyoruz ama istesek her yere buradaki her yere yürüyerek erişebiliriz. Herkes sevmez ama yürüyüş yapabilmek, yürüyerek bir yerlere erişebilmek bana özgürlük gibi gelir.

Zaman buldukça Göktürk’ü arşınlıyorum. En arka sokaklarına kadar gidip geliyorum. Her gün yeni biriyle tanışıyorum. Bazen erken kalkıp daha kimseler yokken yürüyorum daha kimse uyanmamışken ve bunu da şiddetle tavsiye ederim. Dönerken de fırından sıcak ekmeğinizi alın, kahvaltıya yetişin.


Ve şimdi ilk taşındığımız yıllara inat, ben ne zaman İşten / gezmekten kısaca şehirden dönsem, kantarı geçtikten, virajı aldıktan sonra o uzun yokuştan aşağı inerken, günün her saati enfes görüntüler sunan o doğa manzarasına hayran hayran bakarak; “İyiki burada yaşıyorum!” diyorum. Sorunlar çözülür önemli olan şükretmeli ve yaşadığımız her andan mutlu olabilecek bir neden çıkartmalı.
 
Dipnot: Tabii naçizane birkaç sıkıntım  var. Bunlar çözüldüğü takdirde belki herşey çok daha iyi olur. Birincisi köpek pislikleri, ikincisi otopark sorunu, üçüncüsü ana ve ara sokaklarda deli gibi giden araçlar ve dördüncüsü çöp kokusuBir de sokak etkinlikleri olsa tadından yenmez…

Şimdiden hepinizle tanıştığım için çok mutluyum… Sevgiler,

Müge Keçeci 

[email protected]


www.shufflepost.com