Havvagül ERKEK'in kaleminden ''Kadına Şiddet''

Çok dertliyiz. Şiddet ister kadına uygulansın ister erkeğe uygulansın kabul edilemez bir durumdur. Her birey şiddetin bir boyutunu yaşıyor, ya öznesi oluyorlar ya da nesnesi durumuna geliyorlar. Toplumun yarayan kanası haline gelen şiddet güç, iktidar, kuvvet, ihlal etme, denetleme, baskı kurma kavramlarına karşılık gelmektedir. Avrupa insan hakları sözleşmesinde bütün insanların ırk, din, dil, cinsiyet ayrımı yapılmaksızın temel hak ve özgürlüklerden eşit olarak yararlanması kabul edilmişse de maalesef toplumun tarihler boyunca hakim olduğu ataerkil kültürden beslenen normlar kadına eşit haklar tanımamaktadır.

Kadınlar mutlu olmak isterler, güven duyduğu ortam isterler. Ama maalesef evler cehenneme dönüşmüş durumda. Ekonomik, psikolojik, toplumsal baskılar şiddeti tetikleyen unsurlar arasındadır. Kadınların ekonomik özgürlüğü olsa bile şiddete boğun eğmek zorunda bırakılıyor. Devlet politikası bile kadını ikinci plana atıp, şiddete uğramış kadına aile içi yaşanması olası bir durum olarak görme eğilimindedir.

Sosyal devlet kapsamında bir ülke bireylerine refah sağlamalıdır. Refah seviyesi yüksek bir toplum her yönüyle güçlü ve pozitiftir. Emsal örnekte yaşanan Türkiye’de opuz kararı devlet müdahalesinin sınırlılıklarını göstermektedir. Aihm aile içi şiddet konusunda, tedbirlerin alınmaması, kadın mağduru koruyamamaktan dolayı ilk kez bir devleti tazminata mahkum etmiştir. Tüm dünya da durum esasen aynıdır. Şiddet verilerine baktığımızda en çok ekonomik alt yapısı zayıf, eğitim seviyesi düşük ülkeler de daha çok yaşanmaktadır. Şiddet insan hakları ihlalidir. Bir toplumsal cinsiyet meselesidir.

Başka emsal örnek de; Öğretmen Gülşah Aktürk olayında gördüğümüz üzere yeterli tahkikat yapılmamakta ve şiddet vakıaları önlenememektedir. Eski erkek arkadaşı tarafından şiddete uğrayan Gülşah Aktürk yeterli korunma sağlanamadığı için vali yardımcısına başvurdu. Ancak vali yardımcısının ,yanında biber gazı ile gezmesi gerektiğini söylemesi ‘’kadının adı yok ‘’ söyleminin açıkça göstergesidir. Kanun’da yer alan desteklerde birisi de, şiddete maruz kalan kişiye yakın koruma tahsis edilmesidir. Koruma hizmeti talep eden birçok kadın bu hizmetten kısıtlı olarak faydalanabilmiştir ya da hiç faydalanamamıştır. Ayrıca uzaklaştırma kararının kadın cinayetlerine yol açtığını görmekteyiz. Erkek evden uzaklaşıyor, cinnet geçirme derecesine geliyor ve kadını öldürebiliyor.

6284 sayılı Kanun’un amacı, “şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenleme” şeklinde belirtilmiştir. Kanun öncelikle en temel insan hakkı olan yaşam hakkının korunması, kadın cinayetlerinin son bulması amacıyla hedeflemek olsa da maalesef kadın cinayetlerinin önü kesilememekte. 6284 sayılı Kanun’un adında “ailenin korunmasına vurgu yapılmış olsa da, bu Kanun’un amacının “aile içi şiddete maruz kalan kişiyi korumak” olduğundan bir çelişki söz konusudur. Aile içi şiddete maruz kalan kişilerin korunması dolaylı olarak ailenin korunmasına da hizmet ettiğinden, burada önemli bir sorun yokmuş gibi gözükse de, aslında bu adlandırma aile içi şiddete maruz kalan kişilerin korunmasının sadece ailenin korunmasının bir aracı değil, başlı başına bir amaç olduğunu göz ardı ettirebilecek niteliktedir. 6284 sayılı Kanun’un adı ile ilgili diğer bir sorun da, burada kadına karşı şiddetin önlenmesi kavramına ailenin korunması kavramından sonra gelmek üzere ikinci sırada yer verilmesidir. Bu sıralama, Kanun’un özellikle kadına karşı şiddeti önleme amacıyla uyumlu olmadığı gibi, kadının sadece ailenin bir bireyi olarak ve aileyi korumak amacıyla korunduğu şeklinde bir izlenim yaratmaktadır

politikası konuya bir asayiş sorunuymuş gibi görmekte ve dolayısıyla kadın ve çocuğa şiddetin önlenmesi görevini kolluk ve adliyeye vermiştir. Oysa kolluk ve adliye olarak bir olayın önce suç olup olmadığıyla ilgilenir ve kolluk suç işlendikten sonra devreye girer. Yani kadın önce şiddet görecek, gözü çıkacak, dayak yiyecek yasa daha sonra devreye girecek. Oysa sorunun sahibi yasada yer aldığı üzere Aile Çalışma ve Sosyal hizmetler Bakanlığı çalışanları olmalıdır. Olay yaşandığı veya yaşanması olası durumda kadının veya çocuğun yanında sosyal çalışmacı, psikolog, aile danışmanı ya da sosyolog yer almalı, gerektiğinde onu ve diğer sorumlu kamu görevlilerini aydınlatmalıdırlar. Böylece yasadaki tedbirler değil, o anda gereksinme ne ise ona göre verilecek olan tedbirler anlamlı ve etkili olacaktır.

Peki neden 6284 sayılı kanun bireyler ya da kurumlar tarafından yeterince bilinmemektedir. Ele alınması gereken hususlardan bir diğeri de 6284 sayılı kanun’un toplumda tanıtılmasıdır. Medya bu konuyu topluma bildirmesi gerekirken kadına şiddeti, kadın cinayetlerini, aile içi problemleri meşrulaştırmaktadır. Bu tür yayınların bir an önce yapatılması ya da engellenmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak; Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, ayrımcılığın olmadığı her türlü şiddete neden olan ataerkil kültürün değiştirilmesi, bununla ilgili eğitimlerin yaygınlaştırılması gerekir. Devletin yükümlülükleri arasında mağdura temel hak ve özgürlüklerin korunması hususunda gerekeni yapması ve yararlanmasını sağlaması gerekir. Ayrıca adaletin sosyal medyada aranmaması ve bireylerin yaşadığı şiddetin meşrulaştırılmaması gerekir. Eğitim, istihdam gibi alanlarda kadınların güçlendirilmesi gerekir. Yoksulluk bir ülkede en büyük şiddet unsurudur. İnsan, onuruna yakışır bir şekilde hayat sürmelidir. Karanlık kapılar kapansın aydınlık bir dünyaya açılsın. Karar verici merci olan iç işleri bakanlığı bu sorunsalı ivedilikle çözmelerini öneriyorum.

Kısacası; Medyanın değişimi,

Sosyal adaletin sağlanması,

Ataerkil değerlerin değiştirilmesi,

Toplumsal normların etikliği,

İşsizlik ve yoksulluğun getirdiği problemlerin çözülmesi,

Toplumsal cinsiyet eşitliğin sağlanması,

Konularında gerekenin yapılması son derece çözüm odaklı olabilir.

Sosyolog Havvagül ERKEK