Posta kutuları; zamanla değerini kaybedenlerden onlar da. Postacı kapıyı bir çalar iki çalar, artık hiç çalmaz oldu halimiz. Gitti mi gidiyor giden, doldu mu doluyor çünkü zamandaki yeri. Eskiye dair yaşatılmaya çalışılan ne kaldıysa elimizde, takdiri hak edendir nacizane.

Eski sadece kullanılmışlık anlamı barındırmaz, eski kuşaktan kuşağa aktarımdır örf adet edep görgü ve gelenekte olan. Eskiye özlem içimizde bir yerde. O kendine yabancı kendine uzak olmayanların içinde yaşam süren, bir nefes bir organ gibidir esasen. Fırtınalardan alaboralardan köksüz bağsız gibi sallanmaktan yorulursan, kökün bağın sarılabileceğindir o.

Ham meyvayı kopardılar dalından uzak oldu meyva kendine, göremedi kendini anlayamadı. Boğuştu içinde, tutuştu uyku uyutmaz bir hisle. Mektuplar yardım ederdi belki, gelen ya da yollanan eski minvalde. Yardım ederdi kendine biraz emek vermene. Bir kağıt bir kalem iki kelam esaslı bir sohbet nezdinde.

Oysa bir paha etmez bunlar demode değil de ne?

Bugün paslanıyor evlerin posta kutuları, bugün azalıyor esaslı dost sayıları, bugün samimi değil kalplerin ritmleri, ne için neler için atıyorlar cevap muamma.

Nerede çocukluğun masum niyetleri, ataların sözlerine icab edişleri? “Komşuda pişer bize de düşer.”,“Komşun açken tok yatılmaz.”,“Bir elinin verdiğini diğer elin görmesin.”,“El elden üstün.” deyişleri.

Niyetler ata da değil at da ise, ata biner kendini bey sanar insanoğlu. Dostoyevski “Herkes zayıflığı ile gösteriş yapar” der. Oscar Wilde “En büyük gösteriş, doğallıktır.” der.

Bizim dünyalarımız gösteri üzerine kurulmuş, zayıf yanlarımızla sahnede olup gösteriş yaptığımız bir dünya. Doğal olmayı modernlikle karıştırdığımız, fönlü saç ve kırmızı oje ile gezmeyi, rakı içmeyi pahada ağır bir çanta taşımayı, yılda birkaç yurt dışı tatiline gitmeyi, popüler bir mekanda yemek yemeyi modernite sandığımız bir yer oldu buralar. Müslüman olduğumuz için fütursuzca ahlak bekçisi olabileceğimizi ve edebe ahlaka öğrenmeye ihtiyacımız olmadığını zannettiğimiz, başını örtmeyene değerli olmayı hak etmiyor gibi baktığımız bir hal aldı buralar.

Sene 2021 amiyane tabir ile sağcı solcuyu solcu sağcıyı ötekileştirip itmekten vazgeçemedi buralarda. Kavramlarda boğulup birbirimize direnmeyi dava sandık. Asıl dava nedir sorgulayıp elimizi taşın altına koyabilme cesaretini hangimiz gösterebildik? Kolay olan ötekileştirmek, zor olan kabul etmekti. Önce kendini, fazlanı eksiğini ve daha fazlasını hep daha fazlasını. Tüm bu samimiyetsiz iletişimi biz kendimiz kendi ellerimizle yaratıp, her şeyin tam da ortasında değil dışındaymışız gibi, insanları olaylar ve kurumları sözlerimizle tavırlarımızla topa tuttuk. Bize en büyük kötülükleri yapan yine bizzat biz kendimiz olduk.

Kendine yabancı, yüzleşmeye ürkek pas tutuyor insanoğlu.

Paslanma, geleceğin neslin kendin ve bu hayat için paslanma. Hayata pahadan çok özde değerli bir iz bırakabilmek için.

Bugün bir virüs geldi dünyaya, sağlığımızın peşine ölümün korkusuna düştük gün ve gün. Korkmadık ürkmedik paslanan kalplerden, düşünmedik dün aynı masalarda yemek yediğimiz bugün masada göremediğimiz dostların nicesini niyesini, üzülmedik aklımızın kalbimizin ve dilimizin bütünlüksüz virüslenmiş haline.

Ama korkuyoruz pandemiden, ürküyoruz bu virüsten çünkü yaşamak önemli olan, bir yaşamak ki ne pahasına olursa olsun yaşamak. Bir yaşamak ki aldığın nefesin hakkını versen de vermesen de.

Görebilene oyun her yerde, görmek istemeyene davul zurna da az cümbüş de. İyi seyirler, filmin adı hayat.