Modern iletişim ve komşuluk ilişkilerimiz üzerine...

Bir “merhaba” diyemiyoruz, bir “günaydın” dememek için başımızı çeviriyoruz ya da gözlüklerimizi takıp yolumuza devam ediyoruz. Teşekkür etme mevzusuna hiç girmiyorum bile çünkü onu çoktan unuttuk. “Yok unutmadık ya sende ne yaptın?” diye serzenişte olanlar için bir sonraki restoran ya da cafe vb. mekanları ziyaretlerinde garsonlara “teşekkür edenleri” sayarak ne demek istediğimi anlayabilirler.

İşte bunlar hep modernleşmenin ve büyük şehirlerde yaşamanın bize getirdiği en büyük ve popüler yenilik; kendimizi çok önemsemek. Hepimiz inanılmaz önemliyiz. “En saygın benim”, “en çok bilen benim”, “benim fikirlerim”, “benim hayatım”... Bunlar direkt söylenmiyor ama beden dili, kullandığımız kelimeler ve ses tonu ile gayet iyi anlaşılıyor. Başkalarının yaptığı işi önemsemiyoruz, başkalarının uğraşları, arkadaşları, emekleri hepsi boş, en güzeli ve en önemlisi bizim ne yaptığımız ve bizim hayatımız.
 
Anlamak için dinlemiyoruz, sözü bitsin de biz kendimizi anlatalım diye dinliyoruz. Ama sen hep ben dersen yanında biz olacak birini bulamazsın ki... Tahammülümüz kalmadı, saygımız kalmadı kendimizden başka kimseye karşı, maalesef.

Keşke o bahsettiğimiz modernleşmenin ve şehirleşmenin daha iyi yanlarını alsak. Mesela o şehirleşen ülkelerde herkes kendi kapısının önündeki temizlikten mesul, yaya karşıdan karşıya geçerken araba yavaşlar ve daha birçok şey var şimdi sayamayacağım. Mesela o ülkeler şimdi bizim yeni kaybettiğimiz komşuluğun öneminin, faydalarının anlatıldığı uzun uzun makaleler yazıyorlar. Sizce neden?
 
Biz de o modernleşenlerin bilim, kültür ve sanata verdikleri değeri alabilsek, onlar hakkında yazsak, onları konuşuyor olsak? Keşke bilmenin gücünü benimseyebilsek. Ama biz insanlar en kolayını seçiyoruz ya hep... Ama modernlik veya büyük şehirde yaşamak böyle bir şey değil.

Şehrin herhangi bir yerinde sokağa çıkın ve insanları gözlemleyin. Bakın sokaktakilere, herkes çok ciddi, herkes inanılmaz önemli. Mesela öğle arası şirketlerin yoğun olduğu bölgelerde restoran ve cafelere bir girin. Ofiste suratına güldüğünün arkasından ağza alınmayacak laflar çevirenler, hep kendilerinin ne kadar iyi olduğunu anlatanlar, o bulundukları mekandaki çalışanlara terbiyesizce ve ukalaca olan davranışları vs. Belli bir süre sonra deliriyorum, tellerim atıyor kalkıyorum. Çünkü kalkmasam biriyle dalaşacağımdan %100 eminim.

Annenizin en sevdiğiniz öğüdü nedir?
Ve okuduğumdan bu yana çok benimsediğim bir söz var. Bir internet anket sitesi bir anket yapıyor ve okuyuculara soruyor; “Annenizin en sevdiğiniz öğüdü nedir?

Stephanie Vardavas şöyle bir cevap veriyor; “Çocukken annem, bir insanın iyi mi kötü mü olduğunu anlamamın yolunu öğretmişti. O kişinin tezgahtar, garson gibi başkalarına hizmet eden ve kendisini savunacak durumda olmayan insanlara nasıl davrandığına bak. Yüzde 100 haklı çıktı. Bu dersi hiç unutmadım ve insanları anlamada çok işime yaradı”

Bir gülümseme hayat kurtarır!
Genelde insanlara baktığımda nerede olursam olayım gülümsemeye çalışırım. Çünkü bir gülümsemenin kimin psikolojisini düzelteceğini bilemezsin, kime iyi geleceğini...

Tabii seneler içinde çeşitli tahliller yaptım nasıl tepki verildiğine dair. Büyük şehirlerde deliymişim gibi bakıyorlar, arkalarına bakıyorlar, sağlarına, sollarına bakıyorlar. Çünkü onlara gülümsemiş olamam, çünkü bir yabancı neden gülümsesin ki?

Uzaylıların işgali...
İstanbul’un küçük yerleşim birimlerinde gülümsemene karşı bir gülümseme alıyorsun. Ama İstanbul’dan çıktığın  an karşılığında bir “günaydın”, “merhaba” ya da bir “iyi akşamlar” gibi sadece bir selamlaşma ile kalmıyor, ayak üstü sohbete tutuluyorsun, tanımadığın biri tarafından. Yaklaşık 3 senedir arkadaş grubumla Bozcaada’yı tatil meskeni haline getirdik. Sokakta, ekmek alırken, sahilde, restoran çalışanları ile tam da bu söylediğim şekilde iletişim kuruyoruz. Günlük hava durumu ile başlıyor, konu bizi nereye götürürse oraya gidiyoruz. Otel sahibi dediğin insanın derdine ortak oluyorsun deniz sonrası otele geldiğinde. Bir çay söylüyor, kuruluyorsun ara sokakta küçücük bir masaya dertlerine ortak oluyorsun. Yani daha doğrusu biz yabani şehirlilerle onlar iletişim kurmaya çalışıyor bizi ehlileştiriyorlar. Ve her ne zaman böyle bir sohbete denk gelsem biz şehirlileri uzaylılar onları da insanlar olarak görüyorum. Biz uzaylılar ayak basmış onlarda bize insanlığı anlatıyorlar. Ve biz uzaylılara ahbap kelimesinin varlığını hatırlatıyorlar. Öyle bir kelime vardı hatırlayan?

Bunları neden anlattım? Çünkü bu kendimizi önemli sanışımız, hep “ben” deyişimiz bizim geleneğimizin en önemli parçası olan komşuluk ilişkilerini kopardı attı, bizi yalnızlaştırıp iletişim kuramayan canlılar haline getirdi.
 
Neden? Çünkü iletişim kuramaz hale geldik, çünkü bu ben merkezli yaşam kendimizi çok önemli sanmayı ve kimseyi beğenmemeyi getirdi.
 
İstanbul’un en nezih semtlerinden birinde çok kültürlü bir apartmanda büyüdüm. Komşu anneannemler, dedemler, abiler ve ablalarım vardı. Kimin evinden ne zaman çıkacağım belli olmazdı. Paskalyada yumurta boyadık, tuzluğun üzerinde ekmek ne anlama gelir öğrendik, Ramazan dışında da oruç tutanlar varmış öğrendik. Adana yemeklerini yerlisinin mutfağından yedik, Arapça bir kaç kelime öğrendik. Ve buraya gelirken de en büyük korkum buydu; kocaman bilmediğin bir yerde yapayalnız kalmaktı. (Bunların birçoğundan “Göktürk’ü Sevmemin 6 Nedeni” yazımda bahsetmiştim. Merak edip okumak isteyenler buraya tıklayabilirler... www.newgokturk.com/gokturku-sevmemim-6-nedeni )

Ama korktuğum gibi olmadı. Zaman geçtikçe daha farklı bir yer haline geldi Göktürk. Diğer siteleri bilemem ama oturduğum site adına konuşmak gerekirse veya sokağa baktığım zaman şehre nazaran bir sıcaklık hissediyorum insan ilişkilerinde. Eskiden daha samimiydi, giderek burası da yozlaşıyor orası ayrı. Ama yine de kırıntılarının olması güzel bence. O yüzden yazdım bu yazıyı o samimiyet, o sıcaklık ve komşuluk ilişkileri hiç bitmesin diye...

Şimdi yaşadığım sitede de komşu ağabeylerim, komşu ablalarım, komşu annelerim, komşu babalarım, komşu amcalarım, komşu teyzelerim var. Birine misafir geleceğinde imece usulü herkes bir şey yapar, birine bir şey olduğunda önce onlar koşar... Mesela evde yalnız kaldığımda yemeksiz kalmam, ya birinin evinde olurum ya da o yemek bana gelir. Kendimi o yüzden hiç yalnız hissetmedim. Ben komşuluğun kişisel gelişim, genel kültür, insan ilişkileri ve birlikte yaşayabilme konuları ve daha birçok konuda çok faydasını gördüm. Şiddetle tavsiye ederim yani.

Komşuluk ilişkilerinin faydaları...
Kendimce bu faydaları özetlemek gerekirse...   

Ev güvenliği
Aynı ortamda yaşadığınız insanların bir noktada hayatlarını da paylaşır, hayatına ortak olur hale geliyorsunuz. Evlerine giren çıkana siz de aşina oluyorsunuz, gelen arabalara, kişilere... Tanımlanamayan biri olduğunda komşu dedektörü çalışır ve sizinle ilk bir araya geldiğinde “geçen sizin eve uzun boylu bir adam geldi...” gibi bir cümle gelir. İşte o zaman anlarsınız eviniz de siz de hep güvendesiniz aslında.

Sizin güvenliğiniz?
Aklınıza gelmeyecek bir şey oldu, düştünüz, kalktınız, bir yerinizi kestiniz herhangi bir şey işte. Kim var yanınızda? Komşunuz! Bir ses gelir ve anında kapınız çalar. “Ne oldu, iyi misin?” bu bile yeterli değil mi?

Acil durumlar!
Diyelim ki evde yoksunuz aniden bir alarm çalmaya başladı kimse de yok evinize ulaşabilecek. Yedek bir anahtar olsa mesela bir komşunuzda? İyi olmaz mı? Ya da kargo geldi diyelim sizi evde bulamadı. Bu durumda kargo alır o paketi götürür merkeze sonra uğraş dur. Ama bu kargoyu teslim alabilecek güvenilir bir komşunuz olsa?

“Ben tatildeyken...”
O eskide mi kaldı sanıyorsunuz? Yok çevremde hala bu şekilde cümleler kuran, komşusuna rica eden çok insan var. Biz uzun süre evde yoksak eğer mutlaka evi denetleyen birileri vardır, çiçekleri sulayan, evi kontrol eden.

“Çok ses yaptık mı?”
Bir arada yaşamın en zor yanlarından biridir o bitmek bilmeyen sesler. Eğer ilişkiler iyi ise bu da çabuk halledilebilir bir sorundur. Gerçi sorulduğunda komşu için bu “hiç olur mu öyle şey insanlık halidir.”

Hiç yalnız hissetmezsiniz...
Ben küçüklüğümden bu yana bizim ev hiç boş kalmadı. Eski evde de buradaki evimizde de bizim evde hep komşu vardı ya da biz hep birindeydik. Hala da durum aynı. Kahve saatleri var, çay saatleri var, konserve zamanları var, misafirim gelecek acil durum anları var... Hep bir araya gelmek için bir nedenimiz var. Ve evde hep birinden gelen eşsiz bir lezzet bulunuyor. Yani komşuda düşen hep bize de düşüyor, bizde pişen de komşuya...

Tabii bu saydıklarım hep bana değil, karşılıklı yapıldığı zaman komşuluk oluyor. Hatırlatalım birbirimize bunları. Mesela yeni biri taşındığında bir kek götürelim,  yarın komşularımıza birer Ramazan pidesi alalım ya da evimizde pişirdiğimiz bir şeyi komşularımıza dağıtalım. İyilik bulaşır bakmayın siz aksini söyleyenlere.

Birbirimize her anlamda muhtacız evet bir selama bile muhtacız. Bir gülümsemeye, bir iyi niyete, bir sıcaklığa... Kimden ne öğreneceğimiz hiç belli olmuyor. Kim bizim hayatımıza ne anlamda nasıl bir katkı sağlayacak bunu da hiç bilemeyiz. Biz böyle bir toplum değildik, neden bu hale geldik anlamakta zorluk çekiyorum...

Şehirliyiz, modernleştik, teknoloji her gün kat be kat ilerliyor ama biz insanlıktan çok uzak bir yerlere doğru seyrediyoruz sanki.

Bir yerde yanlış var ama nerede?

Hepinize hayırlı ramazanlar,