Öncelikle Evren SEZGİN’i daha yakından tanıyabilir miyiz? Sanata olan ilginiz ve eğiliminiz nereden geliyor?

Samsun doğumluyum. On dokuz Mayıs Üniversitesi Güzel Sanatlar Grafik Bölümü mezunuyum. Aslına bakarsanız, resme olan yeteneğimi ortaokulda resim öğretmenim keşfetmişti. Onun bana verdiği motivasyon ile kendimi her fırsatta resim yapar buldum. Ancak itiraf etmeliyim ki bu alanı profesyonel kariyer olarak seçmek hiç aklımda yoktu. O yaşlarda resim yapmanın sadece bir hobi olabileceğini zannediyordum.


Hayvanları çok sevdiğim için veteriner olmayı istiyordum. Hayatta her şey çok da planladığınız gibi olmayabiliyor. Babamın akademisyen olması, meslek seçimimi benzer yönde yapmama vesile oldu. İyi ki de öyle olmuş. Üniversite sınavına girdikten sonra yetenek sınavına girdim ve kazandım.

Üniversitenin birinci sınıfından itibaren herşeyi kısa sürede öğrenme açlığıyla hem gündüz hem gece atölyeden atölyeye dolaştım durdum. Üçüncü sınıftan itibaren yaptığım resimlerle sergilerde yer almaya başladım. Hatta ilk kişisel sergimi mezun olduğum sene açtım. Ve serüvenim böylece başladı...




İstanbul’un üç farklı yerinde üç farklı konsept te sergi açtınız. Bize biraz sergilerinizden bahsedebilir misiniz?

Bu sene biri kişisel sergi, diğerleri karma olmak üzere üç sergide yer aldım. Bunlardan kişisel sergim “PARTS”, 12 Eylül-12 Aralık tarihleri arasında Ortaköy’de tarih ve doğanın buluştuğu nefis manzaraya sahip Banyan Restoran’da gerçekleşti. Buradaki tablolarımda ağırlıklı olarak beni çok etkileyen Japon kültürü öğelerine yer verdim.

Bu, Türkiye’deki Asya füzyon mutfağının öncülerinden Banyan’ın konsepti ile de güzel bir harmoni oluşturdu. Her tabloya ithaf ettiğim bir dizelik şiirler yazdım. Amaç sanat ile edebiyatı buluşturmak... Sergiyi ziyaret edenlerin tablolarım kadar şiirlerime de ilgi göstermeleri beni hem şaşırttı hem de sevindirdi.

İkinci sergi, benim dışında dört sanatçının eserlerinin de yer aldığı karma bir sergi... ”Beklenmedik Hikayeler”isimli bu sergi, 17 Eylül-17 Aralık tarihleri arasında Kuruçeşme Soul Room-Kydonia’da gerçekleşti. Sergideki eserlerimde daha çok İstanbul’un simgesi haline gelmiş mimari değerleri kendi bakış açımla yorumladım. Kız Kulesi, Ortaköy Camii, Galata Kulesi bunlardan yalnızca birkaçı...


Üçüncü sergim için ise TBMM Milli Saraylar Beylerbeyi Sarayı Tünel Sanat Galerisi’ni mekan olarak seçtik. “Galiba Hepimiz Kaybolduk” isimli bu sergide benim dışımda yirmi yedi farklı sanatçının eserleri 8-14 Aralık tarihlerinde sanatseverlerle buluştu. Bu sergide, kaybolmuşluğumuza ve taktığımız ruhsal maskelere göndermelerde bulundum. Aslında, eserlerimde daha çok canlı renkleri kullanmayı tercih ediyorum. Bu sefer daha agresif betimlemelere yer verdim. Birçok sanatçının en etkileyici eserlerini, geçirdikleri en zor zamanlarında ortaya koydukları doğrudur.




Sıradaki hedefleriniz neler?


On beş senedir profesyonel olarak sanatın içindeyim. Ama kendimi hala yolun çok başında görüyorum. Başarmak istediğim o kadar çok şey var ki... Eserlerimi dünyanın her yerinde görmeyi arzu ediyorum. Dünyaca ünlü ressamlara bakarsanız çoğunluğun erkek olduğunu görürsünüz. Bundan “erkekler daha yetenekli” sonucunu çıkarmak doğru olmaz. Kadın ressamların sanat camiasında var olabilmek için erkeklerden iki kat fazla çaba sarf etmeleri gerekiyor. Bu bir gerçek.

Maalesef erkek egemen bir ülkenin hatta dünyanın çocuklarıyız. Her alanda erkekler ve kadınlar arasında anlamsız bir “en iyi olma yarışı” var. Sadece erkekler ya da sadece kadınlar varolsaydı hayat gerçekten çok sıkıcı olurdu. Zengin bir dünyada yaşıyoruz. Başarıyı paylaşmanın ve birlikte yaratmanın kimseye bir zararı olmaz.

 




RÖPORTAJ:ÖZLEM KARADAĞ