Son 10 yılda dünya markalarının üreticileri inanılmaz büyüklükte ticari hacimlere eriştiler. Çoğunun yaptıkları ciro, gelişmekte olan bir çok ülkenin gayri safi millî hasılasını geçmektedir. Bu işletmeler artık sadece maliyetlerini düşürmek, daha fazla pazardan pay almak, rekabet üstünlüğü sağlamak, inovasyon yapmak veya buna benzer çalışmalar yapmanın yanında, başka araştırmalar da yapmak zorundadırlar.
 
Son yıllarda tüketicilerin perakende alışverişte, kurumların da kurumsal ticaretlerinde, doğaya ve çevreye zarar vermeyen üretim yapan, gıda ürünlerinde insan sağlığına zararlı hammadde, kozmetik ve temizlik ürünlerinde hayvansal içerikler, tekstil ürünlerinde kanserojen boyalar kullanmayan, geri dönüşümlü ambalajlar kullanan, hatta çocuk işçi çalıştırmayan markaları ve üreticileri tercih ettikleri bilinmektedir. 
 
Bunun dışında üreticilerin sahip oldukları lisanslar, kalite sertifikaları, hatta yenilikçi yaklaşımları da tüketicilerin dikkat ettikleri konular arasında sayılabilir.
 
Büyük işletmelerin çoğunluğunun bunlara benzer şartları yerine getirdiklerini ve hatta daha da fazlasını tüketicilere ve pazara sunduklarını biliyoruz. 
 
O halde tüketici ve kurumların satın alma kararlarında markaları tercih ederken başka özelliklere de dikkat edeceklerini tahmin etmek zor değildir. Özellikle gelişmiş ülkelerdeki tüketiciler markalara şu soruyu sormaktadırlar: “Dünya için ne yapıyorsunuz?”. Yani, tüketiciler işletmelerin sadece kendi kârları ve paydaşları için değil, dünyanın geri kalanı için de bir takım faydalar yapmalarını gerektiğini düşünmektedirler. Örneğin, gelişmiş ülkelerdeki üreticilerin hammadde teminlerini gelişmekte olan ülkelerden yapmaları ve dolayısı ile oradaki üreticilere destek vermelerini beklenmektedirler. Bu bağlamda özellikle kahve, kakao, çay, şeker, bal, muz, pamuk, taze meyve, çiçek, el işleri, diğer benzer hammadde ve ürünlerin gelişmekte olan ülkelerden tedarik edilmesi, söz konusu ülkelerdeki güçsüz üreticilerin desteklenmesi, girişimci ve işçilerin kendi kendilerine yeterli hale gelmesine, bu ülkelerin kalkınmasına, işsizliğin azalmasına, ülkelerin ekonomisine katkı yapmasına, hatta dünya barışına etki edecektir.
 
Özetle “Fair Trade” (Adil ticaret) olarak isimlendirilen pazar odaklı bu sosyal girişimin stratejik amacı, gelişmekte olan ülkelerdeki üreticilere yardım etmeyi ve sürdürülebilirliği teşvik etmeyi amaçlamaktadır. Hatta, sosyal ve çevresel standartlarının yanı sıra üreticilere daha yüksek ödeme yapılmasını da teşvik eder. Adil Ticareti destekleyen bir çok grup, sosyal ve çevre örgütleri bulunmaktadır. 
 
Bu konuda ciddi çalışmaları olan ve Adil Ticareti belgeleyen Fair Trade Labelling Organizations International (FLO - Uluslararası Adil Ticaret Tescil Kurumu), bu sosyal girişimin gelişmekte olan ülkelerdeki milyonlarca üretici ve ailelerinin adil ticaret uygulamalarıyla finanse edilmiş altyapı, teknik destek ve toplumsal kalkınma projelerinden faydalandığını duyurmuştur. Ayrıca Adil Ticareti uygulayan işletmelere bunu belgeleyen özel bir amblemin kullanılmasına izin vermektedir. Böylece tüketici ve kurumların bu ambleme sahip olan ürünleri tercih etmeleri hedeflenmektedir.
 
Bu dünya sadece gelişmiş ülkelerde yaşayan toplumlara ait değildir. Üretirken ve tüketirken dünyanın diğer tarafını da düşünerek hareket edilmelidir.  Yer yüzünde henüz gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler ve burada yoksulluk, hatta açlık sınırında yaşayan insanların da olduğu unutulmamalıdır. Çok uzaklara gitmeye gerek de yok aslında, yerli üreticilerin de en azından kendi ülkemizde, hammadde, yarı mamul veya işçilik temininde ihtiyacı olan bölge ve üreticilerle işbirliği yapmaları mümkündür. En uygun fiyata temin yerine, belki birazcık daha maliyetli, ama ülke geneline fayda sağlayacak alımlar yapmak, maliyetleri bir nebze yükseltebilir, ancak markaya yapacağı olumlu katkılar ve tüketicinin marka algısı sonucunda çok daha fazlasını geri verecektir. İşletmeler bu konuyu gözetmeli ve dikkate almalı, tüketiciler de satın alırken bu katkıyı yapan marka ve ürünleri tercih etmelidirler. 
 
Geleceğe daha iyi nesiller, yaşanabilir ve barış içinde bir dünya bırakmak adına her bireyin yapabileceği bir şey mutlaka vardır. En azından bir ürünü satın alırken, hammaddelerin nereden temin edildiği incelenmeli ve bu konuda üreticilere gereken mesajlar verilmelidir. Bu konuda tüketicilerden ve kurumlardan gelen talep çoğalırsa, hem alıcıların isteklerini karşılama, hem de rekabette fark yaratmak adına bu konuyu gündeme alacaklarını düşünmekteyim. Günümüzde tüketicilerin işletmelerin sosyal sorumluluk projelerini veya faaliyetlerini ciddi bir şekilde gözlemlediklerini söylemek sanırım yanlış olmaz. Doğa, çevre, toplum ve dünyaya karşı duyarsız işletmelerin de tüketicilerden tepki görecekleri kaçınılmaz bir gerçektir.