Uykusuz bir gece geçirmiştim. Öylesine heyecanlıydım ki. Ertesi gün, tüm ilkokul hayatım boyunca çok önemli olduğunu söyledikleri, orta okula geçiş sınavı adı verilen, aslında hayatımı nasıl etkileyeceğini bilmediğim o sınava girecektim. Çok kaygılıydım. Çoğu kimsenin hayatında yaşadığı büyük heyecanlardan birini, henüz 10 yaşında yaşayacaktım. “Bu heyecan beni ya mutsuzluğa götürecek ya da büyük bir başarı sağlayarak çok mutlu olacağım” diye düşünüyordum. Sonuçta, korku içinde heyecanıma yenik düşebilecek bir çağdaydım. Bunu o zamanlar bilmiyordum. Şimdi araştırmalar yapıyorum. O günü bu günkü ben olarak düşündüğümde, kafamda her şeyi daha iyi çözüyorum. Bu araştırmaları yaptıkça aklıma o zamanki hissettiklerim, öğrenciyken yaşadıklarım geliyor. Yanıtını veremediğim pek çok soruya şimdi cevap verebiliyorum. Kitabımda sizlerle bu bilgileri paylaşıyorum ki çocuklarınızı daha iyi anlayarak, öğrencilik hayatlarında onlarla iyi bir empati ortamı kurun. Şimdi neden bu ciddi heyecanı hiç unutmadığımı daha iyi anlıyorum. Peki o gün ne oldu? O gün, stresli bir gün geçirdim. Sağımda solumda benim gibi bir sürü akranım vardı. Hepimiz birer koyun gibi bekliyorduk.

Zamana karşı yarışacak ve alınan sonuç ile yepyeni okullarda eğitimlerimize devam edecektik. O gün, o heyecan sınav zilinin çalmasıyla orada bitti. İstediğim okulu da kazandım. Yüzüm gülmüştü. Şimdi, o günlerin üzerinden yıllar geçti. Araştırmalarımı yaparken bana o günü hatırlatan bir araştırma ile karşılaştım. Amerikalı iki psikoloğun araştırmasına göre (Yerkes ve Dodso) güdülenme derecesiyle yapılacak işin zorluğu tamamen ters orantılı işliyormuş. Yani yapılacak iş, sınavda başarı gerektirip zihinsel çaba da gerektiriyorsa çocuklarınızdan düşük dereceli güdülenme beklemek işinizi kolaylaştıracakmış. Örneğin çocuğumuzdan odasını toplamasını bekliyorsak, bu iş kolay olduğu için onun yüksek oranda güdülenmesini sağlamanız gerekmektedir; çünkü yapılacak iş basit bir iştir ve gerçekleşmesini sağlamak yüksek güdülenme düzeyinde mümkündür.
Biraz da endişeden ve öğrenmeye etkisinden bahsedelim. Velilerden aldığım duyumlara göre; kaygılı çocuklar, karınlarının ağrıdığını ya da hasta olduklarını veya okulda sevilmediklerini bahane ederek okullara gitmek istemezler.

Bazı çocuklar, okulda başarısız olacakları için sözlülerden, sınavlardan ve hatta okuldan kaçabiliyor. Öğretmenlerini suçlayan ya da cezalandırılmaktan korktuğunu da söyleyenler var. Bu bilgileri bana aktaranlar, aileler ve okul çalışanları .. Maalesef; tüm bunların nedeni, karmaşık bir süreç olan öğrenmeyi zorlaştıran yüksek kaygıdır. Çocuk, ailesinin kendiyle ilgili beklentilerini bilir. Bu durumda okul başarısı, onunla ailesi arasında bir bağ kurar. Ancak başarısızlık, beklentileri karşılamayacağı için ne yazık ki aileyle çatışma başlar. Sınav ve not kaygısı yüzünden özellikle imkanı az olan öğrenciler, bu süreçten oldukça zararlı çıkıyorlar. Evde bekleyen ebeveynler de öfkeliyse ve kaygılarını arttırmaya yönelik davranışlarda bulunuyorlarsa, bu çocuklardan öğrenmeyi beklemek haksızlık sayılır. Sürekli gözlenirken ve davranışları takip edilirken, baskıya maruz kalan çocukların endişeleri onları okuduklarını anlamaktan epey uzaklaştırabilir. Devamlı ‘Ödevlerini yaptın mı?’ sorusunun gündeme gelmesi öğrencide kaygıya neden olabilir. Ailelerdeki bu denetleme isteği arttıkça, başarıda zaman zaman azalmalar yaşanır. Ailenin verdiği özgüven arttıkça, okuldaki çocuk korkusuzca zorluklarla savaşabilir ve öğrenme sırasında bu güven sayesinde rahatça yol alır.

Temelde özgüven verilmeyen çocuklar daha az başarılı olurlar. O nedenle bazen şöyle demek : ‘Bekleyelim, ne olacak görelim’ daha tercih edilirdir. Kendi haline bırakıldığını düşünerek rahatlayan çocuk hem birey olma yolunda ilerleyecek hem de güdülenmesini sağlayacak rahatlamayı yaşayacaktır; çünkü bizler, özgüvenin elçisiyiz. Olgun ve deneyimli ergenler olarak, geçilecek yolları oldukça iyi tanımaktayız. Ayrıca, sanki yorulmuşcasına isteksiz ve taakatsiz olduğumuz anlarda çocuklarımıza bağırmak ve onlara hesap sormak gibi davranışlarda bulunmaktan kendimizi alıkoymalıyız. Farkında olmadan yüklendiğimiz çocuklarımız; sınav kaygıları ve aile baskısı nedeniyle gelecekleri için çok önemli olan akademik başarıyı yakalamaktan uzaklaşmaktadır. Yıllar önce, sevgili arkadaşım Deniz ile üniversitede tanışmıştık. Şimdi onu neden bu kadar çok sevdiğimi daha iyi anlıyorum. Ben sınavlar için kaygılanırken, o bana her zaman “Yaparsın yaz bir şeyler” der ve beni rahatlatırdı. Notları her zaman benden biraz daha yüksekti. Her zaman rahat tavırları ve kaygıya karşı duyarsızlığı nedeniyle başarılı olmakta zorluk yaşamamıştı. Bu bağlamda çıkacak sonuç kaygı yükseltici tavırlardan kaçınmamızdır. Ebeveyn olarak da keza ani tepkilerden kaçınmalıyız. Aynı zamanda okul rehberlik servislerinden gerektiğinde yardım almalıyız. Eğer veli olarak kaygılarınızdan kendinizi alıkoyamıyorsanız, yüksek beklentiye girme nedenlerinizi derinlemesine irdeleyiniz. Örneğin kaygılarınızla kaygılandırdığınız çocuğunuzun yerine kendinizi koyunuz. Temelde yatan nedenleri irdeleyerek, kısa süreli ve uzun süreli çözüm yollarını arayınız. Örneğin; çocuğunuza kendini test etmesi için fırsatlar yaratabilirsiniz. Bir grup öğrenciyle bir araya gelerek çalışma ortamı yaratabilir ve onun kendi kendini analiz etmesini sağlayabilirsiniz. Program yapmasını sağlayacak yetide olmayan, planlı olmanın hakkını yeterince veremeyen çocuklarınız için onlara yardımcı olmak amaçlı stratejiler yaratabilirsiniz.

Kaygı demişken, stres kavramıyla devam edelim. Stres, yediden yetmişe her toplumda doğan ve yaşayan bir kavramdır. Özellikle gençlerden son zamanlarda bu sitemkar sözcüğü duyuyoruz. “Anne çok stresliyim, üstüme gelme” gibi cümleleri sarfediyorlar. Sınav stresi bir yandan, maç stresi bir yandan, ödev yetiştirme stresi bir yandan bu stresler bir türlü bitmek bilmiyor. Pekii stres kısaca neden kaynaklanır? Stres, bireyin yaşadığı toplumdaki fiziksel ve psikolojik koşullardan etkilenerek uyum yaşama zorluğu yaşadığında ortaya çıkar ve şiddeti uyum süreci uzadıkça artar. Psikolojik koşullara örnek olarak Amerikalı öğrencimin hissettiklerini ve yaşadıklarını örnek verebilirim. Henüz 10 yaşında ve ülkemizde yaşamaya ailesi hızlı bir şekilde karar vermiş. Türkçesi çok zayıf ve bu nedenle Türkçe öğrenmeye karar vermiş. O nedenle 2012 yılından beri ona Türkçe dersleri veriyorum. Öylesine stresli bir öğrenciydi ki; uyum sağlama sürecinde üzgün olduğu zamanları hatırlıyorum ve stresini kontrol etmekte ne kadar da zorlanıyordum. Yeni bir ülke, yeni kurallar, yeni bir okul ve yeni bir hayat... Üstelik hiç bilmediği bir dili de çok kısa bir zamanda öğrenmesi gerekiyordu. Ailesi onu, Türklerle daha çabuk kaynaşması için azınlığın Türk çocuklar olduğu bir okula yazdırmıştı. Kısa süre sonra sınavlar başlayacaktı. Bu stresi yaratan, ortama uyum sağlama sürecinde yaşadığı gayretti. O artık Türk okullarında okuyacaktı. Girmiş olduğu sınavlarda başarılı ya da başarısız olacaktı. Belki de bu yaşadıkları ona stres verecekti. Vücuda yayılan bir hormon olan stres önce salgı bezlerini tetikler. Kana adrenalin salgısı karışır. Bu salgının yayıldığı beden gerilir ve kendini ruhen temkinli bir hale sokarak strese doğru ilk adımı atar. Gittikçe stresi denetlemek zorlaşır ve beden yavaş yavaş bu hormona yenik düşmeye başlar. İşte bu noktada öğrenciler de isyan etmeye başlar. Birşeyi yapmamak için bazıları gergin olma eğilimi gösterir. Bazıları şirinleşerek “Anne yapmasam olur mu? Ödevimi sen yapar mısın?” gibi isteklerde bulunur ve yaşından daha küçük bir çocukmuşcasına tavırlar gösterirler. Bu şekilde ebeveynlerine istediklerini yaptırmaya çalışırlar.

Stres sadece psikolojik nedenlere bağlı değildir. Bedensel nedenli stres özellikle çocuklarda küçük yaşlarda başlar. Diş ağrısı, karın ağrısı ve boğaz ağrısı yaşayan çocuklarınıza hassas davranmanızı öneririm. Fiziksel acılarına yenik düşmelerini önleyecek mekanizma onlarda zayıftır ve henüz olgunlaşmamıştır. Bizler dişimiz ağrısa da konferansta konuşmacı olmuşuzdur. Hiç unutmam karnımın çok ağrıdığı bir günde, üniversitedeki hocam sınıfa sunum yapmamı istemişti. O gün her ne kadar o ağrı beni avucuna almış olsa da “Hocam karnım ağrıyor”, deme cüretini gösterememiştim. Çocuklar için yaşam daha şeffah geçer. Karınları ağrıdığında rahatlıkla da bunu söylerler. Aynı zamanda fiziksel strese neden olan yaralanma ve düşmeler çocuklarımızın hayatında sıkça yaşanmaktadır. Bunlar öğrencide
strese yol açar. Ancak psikolojik streslere verilecek örneklere, anne-baba anlaşmazlığını ekleyebilirim.

Maalesef bu kavga ve tartışma ortamında büyüyen çocukların vücutlarında stres hormonu düzenli salgılanır ve bu hormon çocukları kilitler. “Kilitleme” tabirini ilk kez kullandığımı düşünüyorum ve başka kaynaklarda ya da makalelerde de böyle bir terime rastlamadım. Kilitleme nedir? Kilitleme stres hormonunun devamlı slgılanması sonucu çocukta reaksiyon eksikliği yaratan ve duraklamaya neden olan, gelişimi önleyici ruhsal bir süreçtir. Kilitlenen çocuk yayılan hormonun etkisinden bir türlü kurtulamaz. Çocuk ruhen kilitlenir ve zamanla bedensel kilitlenmeye kadar durum ilerleyebilir. Bir öğrencimde gözlemlediğim kadarıyla stressiz ortama geçişine izin vermeyen ortam şartları (bitmek bilmeyen anne-baba tartışmaları, başarısız okul hayatı ) onu bu süreçte kilitli bırakmıştı. Zamanla konuşma isteksizliğini gözlemledim. Duygularını ne doğru ifade ediyordu ne de paylaşmak istiyordu. Evden fazla çıkmıyordu ve zamanını bilgisayar başında geçirmeyi tercih ediyordu. Bu kilitlenme ve stres, onu biraz da agressif yapmıştı. Ne yazık ki kilitlenme yaşıyordu. Tepkileri kilitlenmişti. Güzel bir özel okulda okuyordu ama okula gitmek istemiyordu. Maalesef sınıfta kalmıştı. Kısa süre sonra ailesinin aldığı karar doğrultusunda çocuğun doktora götürülmesine karar verildi. Çocuğun ilaç tedavisi dışında sevgi, saygı ve hoşgörüye ihtiyacı olduğu kanaati getirildi. Kilitlenmişti ve bu kapının açılması için çabalamak gerekiyordu. Çabaladı.. Ailesi yaptıkları hatayı anlamaya başladı. Gittiği okuldan onu başka okula aldırdılar. Yeni bir ortamda, taze bir başlangıç yapması için aile maddi ve manevi bir yükün altına girdi. Tenis oynamak istediğini söyledi. Klübe kaydı yaptırıldı ve o şimdi her gün klüpte, vücudunu etkisi altına almış stres hormonunu orada yenmeye çalışıyor. Bir çoğunu da vücudundan attı.

Okuduğum bir yazıdan kilitlenmeye yakın bir kavram olan bloklanma hakkında ilginç bilgiler edindim. Öğrenme sürecinde bilgiler bedene üç yoldan giriyormuş : “Soldan-sağa, yukarıdan - aşağı, önden-arkaya.” Bu iletinin düzgün oluşması öğrenmeyi sağlıklı geçirmeyi sağlıyor. Bu aktarımın, stres nedeniyle kesintiye uğraması beraberinde bazı sorunları getiriyor. Sağ-sol beyin kürelerindeki stres nedeniyle oluşan baskıcı ortam; hesap yapma, okuma ve hatta yazma problemlerini tetikliyor. Öğrencinin yazısını okumakta zorluk çekiyorsunuz. Korteks ve limbik sistemin etkilendiği üst-alt beyin bölümündeki olumsuz akım ise dikkat dağınıklığına, anlamada güçlüğe ve hatta küfür etme isteğine kadar tetikleme yapabiliyor. Son olarak; ön-arka kortekste aksaklıklar olması durumunda öğrenci okula devamsızlık ya da saldırganlık gibi eğilimler gösterebiliyor.

Gülşah A.Çağatay/ İngilizce-Fransızca Yabancı Dil Eğitmeni / [email protected]
“Başarılı ve Mutlu İnsan Yetiştirme Sanatı” kitabı yazarı.