Sürekli olarak aynı şeyleri yazmak, kötü ve sıkıcı. Ama ne yazık ki tarih tekerrürden ibaret.

Bakın yabancılar, Özal zamanında oynadıkları oyunu yeniden oynuyor.

Ama bizimkiler ne hikmetse hala işin cilasında, çalıp oynuyor ve kimin arabasına binerlerse, onun türküsünü söylüyor.

Suriye vakası ile 1990’lı yıllarda yaşadığımız Kuzey Irak olaylarını karşılaştıralım;

Hatırlarsanız, 1991 yılında Özal hükümeti kapıları açmış ve Türkiye’ye Irak’tan ve Saddam’dan kaçan 500 bin Kürt mülteci gelmişti.

Bu mültecileri beslemeye ve barınma hakkı vermeye söz veren Batılılar bu sözlerini sonraları yutup, yükü üzerimize yıkmışlardı.

Daha sonra yok olmaya yüz tutan PKK terörü, bu mültecilerin arasına karışan teröristler nedeniyle alevlenmişti.

Şimdi ANAP benzeri AKP yönetimi kapıları açınca Suriye’den Esad’dan kaçtığı söylenen 80 bin mülteci geldi ve gelmeye devam ediyor.

Bunlar arasında da radikal dinciler var. Ve ne yazık ki Türkiye’de yeniden terör hortladı.

1991 yılındaki bu akım sonrası Kuzey Irak’ta sınırdan bir bölge Saddam Hüseyin kuvvetlerine tampon ilan edilip, uçuşa kapatıldı ve Kürtlere yardım edildi.

Şimdi de bir top meselesi nedeniyle Suriye sınırından bir 10 kilometrelik mesafeden Suriye birlikleri geri çekilmek zorunda bırakılarak yeni bir tampon bölge oluşturuldu.

Oyun, eski oyun, senaryo eski senaryo.

Yalnızca aktörlerin adı değişti.

Adamlar bu bilinen senaryoda satır bile değiştirme zahmetine girmediler.

Yalnızca Özal yerine iktidarda Tayyip Erdoğan var o kadar.

Şimdi bana kalkıp “adamlar topraklarımızı bombardıman ediyor ne yapmalıydık yani” gibi bir savunmayla ortaya çıkmayın.

Çünkü biz bugün PKK karargâhı Kandil’i bombardıman etme konusunda ne kadar kendimizi haklı görüyorsak, Esad yönetimi de Suriyeli asilerin karargâhı Hatay’ı bombardıman etmekte kendisini o kadar haklı görür.

Yani özetle sınır komşunuzun sistemini, rejimini yıkmayı hedefleyen bir kuvveti barındırdığınız an, siz de hedefsiniz demektir.

Aksini savunmak sizin Kandil’i bombalama hakkınızı elinizden alır.

Bir zamanlar, PKK’ya barınak sağladığı için askeri operasyonla üstü kapalı tehdit edilen Suriye’den, bugün Türkiye’nin farkını bana söyleyebilir misiniz?

Veya hak hukuk, uluslararası adalet, gibi safsatalarla insanlık tarihinde kendimizi savunabilir miyiz?

Tabii ki hayır.

Ama ben bunları yazıyorum diye sanmayın ki Suriye’yi veya başka bir ülkeyi savunuyorum.

Hayır efendim, hayır, ne memleketimin tek karış toprağını, ne de tek insanımı feda etmem; kim olursa olsun, gerekçesi ne olursa olsun.

Ancak anlatmaya çalıştığım, kullandığınız savunma tezlerinin maalesef kahve jargonundan öte gitmeyen uluslararası hukukta değeri olmayan bir sürü laf salatası olduğu. Unutmayın.

Şimdi gelelim işin esasına.

Ben bu işin günlerdir bir Alevi-Sünni mezhep savaşı, gizli hedefin veya esas hedefin İran olduğunu ve Türkiye’nin de herkesin düşündüğü gibi bu pis işe alet edildiğini yazdım.

Sonuçta bir Amerikalı yetkili bizim bu fikir ve düşüncelerimizi doğruladı.

ABD Savunma Bakanı ve CIA eski direktörü Panetta, sanki kendileri sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi birkaç kelam etti bu konuda.

Panetta, “Türkiye ile Suriye arasındaki top atışı gerginliğinin tırmanması halinde anlaşmazlığın komşu ülkelerde yayılma tehlikesi bulunduğunu” söylemiş.

Peki, kim dersiniz bu komşu ülkeler, Şii yönetimi altındaki Irak ve İran.

Peki, haldır haldır kim askeri hazırlıkta?

ABD ve İsrail.

Bana inanmayan zahmet etsin İsrail istihbaratına yakın DEBKA internet sitesine girsin de okusun yazılanları.

Özal zamanında kurulan uçuşa kapalı bölge ve yaklaşık yarım milyonluk Kürt mülteci akınının bedelini çok pahalı ödedi benim insanlarım.

Bugün işbaşındaki hükümet de, aynı oyunda aynı Özal gibi figüran rolü oynuyor.

Şu mülteci dalgasına harcanan paralar, kaç yoksul Türk ailesine yeterdi hiç hesapladınız mı?

Ama yok siz hala yediğiniz kazıkla “Türkiye seninle gurur duyuyor” diyorsanız, o zaman müstahaksınızdemekten başka bir şey gelmiyor elimden.