Geçen yazımda Fair Trade (Adil Ticaret)’ten söz etmiştim. “Fair Manufacturing” (Adil Üretim) olarak isimlendirebileceğimiz yeni kavramla üretim şartlarını yorumlayacağım. Bu kavram özetle, işletmelerin tüketicilere sunmuş oldukları ürünleri en uygun ve en iyi şartlarda üretmelerini, ürünlerin tüketicilere sunma aşamasına kadar temiz ve sağlıklı olmasını sağlamak olarak tanımlanabilir. 

Günümüzde tüketiciler artan rekabet karşısında, ürünlerin giderek birbirine benzemeleri, hemen hemen tüm üreticilerin ve markaların aynı vaadlerde bulunmaları ve ayrıştırıcı özelliklerin azalması nedeniyle, ürünlerin kimin veya hangi işletme tarafından üretildiğine, ambalaj üzerinde veya üreticinin web sitelerinde belirtilen koşul ve kalite sertifikalarına bakarak, üretim sırasındaki titizliğe dikkat etmektedirler.  Tüketicilerin satın alma kararlarını üreticilerin üretim koşulları etkilediği tartışılmaz bir gerçektir. 

Ancak bazen “Reality Show” programlarında, gazetelerde veya internette gıda, ilaç, kozmetik, deterjan ve temizlik sektöründeki bazı ürünlerin sahte veya insan sağlığına zararlı hammaddelerle üretildiği yayınlanmaktadır. Durum böyle olunca da tüketicilerin ürünleri tüketirken gerçekten ciddi endişeler duydukları da bir gerçektir. “Adil Üretim” ilkelerini benimsemiş üreticilerin, halk arasında “Merdiven altı” olarak tanımlanan üreticilerden ayrışması çok önemlidir. 

Aslında sözünü etmiş olduğum sektörlerde üretim yapmak Sağlık Bakanlığı veya Tarım Bakanlığı kapsamlarında alınan izinlerin yanısıra, bulunduğu il veya ilçelerdeki yerel Belediyelerden alınan bir dizi izin belgesi gerektirmektedir. Ayrıca üretici işletmelerin sürekli ilgili devlet veya belediyeler tarafından denetlendiği de bir gerçektir. 

Ancak bu denetimler gerçekten yapılması gerektiği gibi yapılıyor mu? Yerli üreticiler bir yana, yurtdışından ithal edilen ürünler nerede ve hangi şartlarda üretiliyor? Tüketiciler tanınmış işletmeler ve markalara güven duyarken; tanımadıkları işletmeler ve markaları tercih ederken ise zorlanmaktadırlar. 

Peki, durum böyle olunca pazara yeni giren üreticiler veya markalar, tanınmış ve büyük markalarla nasıl rekabet edecekler? Bu açıdan bakıldığında yeni işletmelerin rekabet etme şansları oldukça düşük görünmektedir. Bunu aşmak için Adil Üretim ilkelerini benimsemiş olduklarını ve bu konudaki tüm kurallara uyduklarını tüketicilere duyurmaları gerekmektedir. Web Siteleri, üretim hattından yayınlanacak videolar veya sosyal medya destekli çalışmalar bu konuda oldukça yardımcı olacaktır. Ancak yine de yeterli olmayabilir. Ürünlerin ambalajlarına konacak “Good Manufacturing Practice” (GMP - İyi  Üretim  Uygulamaları) amblemi destekleyici olabilir.

Dünyada çok çeşitli kurumlar bu sertifikayı vermektedirler. Bu sertifika kapsamında yapılan denetlemelerde üreticilerin, ürünlerin iç ve dış kaynaklardan kirlenme olasılığını önlemek veya azaltmak amacıyla, iç ve dış şartlara ilişkin koruyucu önlemleri alıp almadığı tespit edilir.



Bu sertifika ile gıda, ilaç, kozmetik, deterjan ve temizlik ürünleri sektörlerini kapsayan ürünlerin üretiminde kaliteyi sağlamak için hammadde, işleme, ürün geliştirme, üretim, paketleme, depolama, dağıtım aşamalarında kesintisiz kalite ve iyi şartlarda, profesyonel çalışanlar tarafından üretim yapıldığı belgelemektedir. Bir işletmeyi sahip olması gereken temel özellikleri yanısıra üretim yeri, çevre, alet, ekipman ve üretim süreci, personel ve hammaddenin kalite ve güvenilirlikleri tanımlanır ve kontrol altına alınır. Her ne kadar böyle bir sertifikanın temin edilmesinin bir maliyeti olsa da, uzun vadede sağlayacağı avantajlar düşünüldüğünde söz konusu maliyet göze alınabilir. 

İhracat yapan ya da ihracat yapmak isteyen yerli üreticiler açısından da böyle bir sertifika çok önemlidir, çünkü yurtdışından gelen alıcılar üretim tesislerini gezip görmüş olsalar bile, sürdürülebilir kalite koşullarını eksiksiz yerine getiren ve bunu sürdüren işletmelerle ticaret yapmayı tercih etmektedirler.

Üreticilerin Adil Üretim sertifikası kapsamına dahil olmayan, başka konuları da dikkate almaları gerekmektedir. Örneğin, işalanların seçiminde uzmanlık alanına uygun seçim yapılması, işalanların tamamının Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) koşullarına uygun olarak çalıştırılması, ücretlerin vergi açısından düşük gösterilmemesi, işalanlara yapılacak işlerle ilgili eğitim verilmesi ve belirli zamanlarda eğitimlerin tekrar etmesi, çocuk işçi çalıştırılmaması, SGK yönetmeliklerine göre zorunlu olarak istihdam edilen engelli çalışan sayısı yerine daha fazla engelli işalanları istihdam edilmesi, işyeri ve işalanların güvenliğinin sağlanması, işyerlerinin sağlık koşullarına uygun olarak düzenlenmesi, işalanlara kalori hesabı yapılmış sağlıklı gıda verilmesi, işalanların sosyal haklarına ve desteklerine saygı duyulması, işalanların moral ve motivasyonunu yükseltecek etkinliklerin yapılması, her türlü ayırımcılığın ve baskının (mobbing) yapılmaması, işalanların taşıma servis araçlarına özen gösterilmesi, servis sürücülerinin trafik kurallarına uymalarının sağlanması ve buna benzer konular işletmelerin uyması gereken konuların başında gelmektedir.

İlk etapta tüm bu koşulları sağlamanın işletmeler açısından maliyet arttırıcı bir etkisinden söz edilebilir. Ancak yukarıda sözünü ettiğim konulardan herhangi birinden dolayı oluşacak iş kazaları, iş kayıpları veya işalanlara gelebilecek bir zararın maliyeti çok daha yüksek, ayrıca işletmenin ürettiği markaya vereceği olumsuz imajın yanında işverene yükleyeceği vicdani boyutun bedeli çok daha ağır olacaktır. 

Ancak “Adil Üretim” konusunda bir konuya daha dikkat çekmek isterim; işletmeler sadece rekabette fark yaratmak, marka değerini arttırmak veya tüketici tercihleri nedeniyle değil, etik değerler açısından kaliteli ve iyi üretim şartları sağlayarak ürünlerini pazara vermelidirler. 

Neticede işletmeler ürünlerini üretirken, hem insanları, hem de çevreyi ve doğayı korumaları gerekmektedir.