3 KOLTUK 1 BEN

***
Öncelikle 15 Temmuz akşamı yaşanan, ülkemizi derinden sarsan birliğimize, beraberliğimize ve ülkemize karşı yapılan kalkışma girişimi için vatanımızın, milletimizin başı sağolsun. Hayatını kaybeden şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve yakınlarına sabır, yüreklerine huzur diliyorum. Her şerde bir hayır vardır der büyüklerimiz gerçekten o gece bizi hiç olmadığımız kadar bir araya getirdi ve o gece çok kötü şeyler gördük, yaşadık ama bunlar ülkemin adına hayırlı olacağına dair umutluyum. İnanıyorum ülkemi ve bizleri güzel ve huzur dolu günler bizi bekliyor.

***

Çok düşündüm bu yazıyı kaleme alıp almamayı ve sonra sosyal medyadan panik atağımla ilgili birşeyler paylaşınca farkettim aslında birçok insan bu adına panik atak deyin, vesvese deyin bu şeyden ne kadar muzdarip olduğunu ilettiler bana. Bu nedenle kaleme almak istedim. Bazen insanın yalnız olmadığını bilmesi iyi geliyor. Aynı hikayelere sığınmak güven veriyor bazen. Aynı hisler limanında buluşmak iyi geliyor. Destek veriyor.

Bilmeyenler için önce komik bir tabirle size panik atağı anlatayım; 100 problemimizden 85’i hiçbir mantığa dayanmayan senaryolardan oluşur. Yani problemle karşılarız ve mantık dışı birçok senaryo ile panikleriz. Komik aslında bizimle yaşamak. Dışarıdan izleyen biri için komik. Bizim için ise atak geçtikten sonrası komik.


Bu görseldeki gibiyiz işte ayağımıza birşey batar, gerçekten batar ama gözlerimizin o denli açılmasının nedeni kafamızda oluşturduğumuz senaryolardandır, onlardan korktuğumuz içindir. Ve başlar, kalp atışları hızlanır, düşüncelerimize hakim olamayız, kan beynimize sıçrar, yüzümüz pudra gibi bembeyaz olur, sesimiz soluğumuz kesilir. Ve biz artık sizinle değilizdir… Dışarıdan basit görünür ama bir de yaşayana sorun. 

Şimdi bir hikaye anlatacağım size, bir sahne çizeceğim. Küçük bir oda, içeride turuncu, çiçekli ve bir de beyaz koltuk var. Ve bu koltukta oturan üç kişi, diğeri olmadan olmayacak üç kişi,  bir de bir misafir var gözlemci gibi.


Çiçekli koltukta öfkeli, olaylara hep kötü yanından bakan, güçlü, kaslı ve her dediğini yaptırabilecek biri.

Turuncu koltukta naif, herşeye ama herşeye iyi yönünden bakan, saf, ürkek, çiçekli koltuktakinin söyledikleri ile sindirdiği, eciş büçüş oturan biri.

Turuncu ve çiçekli koltuktaki sürekli kavga ediyor. Kavga da değil belki çünkü o karşılıklı olur. Çiçekli koltuktaki bağırıyor ve suçluyor, turuncu koltuktaki sadece söylediklerine “saçmalama” demekle yetinebiliyor. Ve çiçekli koltukta oturan bunu duyunca daha da köpürüyor.

Beyaz koltukta onları çok iyi anlayan, söylediklerine yabancı olmayan ama onların bu kavgasından çok rahatsız biri. Objektif bir dış göz gibi onların bu yaptıklarına anlam veremeyen biri.

Bu sahne nereden mi? Bunlar kim mi? Bunların üçü de benim. Biri benim sürekli dırdır eden endişeli yanım, biri benim onu sürekli dinleyen saf yanım, biri de benim tüm bu olan biteni izleyen ve ne yapacağını bir türlü bilemeyen objektif yanım.

Hepsinin amacı ortak aslında benim iyiliğimi düşünüyorlar. Biliyorum çünkü tartışmaları ve yaptıkları şeyler hep benim iyiliğim için biliyorum.

O sesler gitsin istemiyorum” diyor objektif yanım. Çünkü biliyor o seslerden biri susarsa ben ya bir çukura körü körüne atlarım ya da yerimden kalkıp bir adım dahi atamam.

Panik atak muzdarip biriyseniz eğer o içinizdeki kavga sizi hep rahatsız eder. Üzerinizden birkaç bin ton ağırlında birşey geçmişçesine sizi yorar, kolunuzu kanadınızı kırar, düşünmekten başınız çatlar. O içinizdeki kavgaya bir tarafın sürekli bağırmasına, kötü şeyler söylemesine engel olamazsınız. Çünkü anlamak istemezsiniz, susturmaya çalışırsınız, “saçmalama” dersiniz, hakaret edersiniz, “kes sesini” dersiniz. Ama ne dediğini anlamazsınız. Anlamaya çalışmazsınız. Ve bir süre sonra o ses sizi ele geçirir. 

O gün o odada bulunan misafir daha önceki bir kavgamızda da vardı.Ve bana şu soruyu sormuştu;

"Bir hisse teslim olmak, kabullenmek nasıl hissettiriyor?"

Ben; 

“Kötü hissetmiyorum.”  demiştim evet kelime olarak kötü gelmiyordu olumsuz hissettirmiyordu ama ya gerçekte? Ya uygulamada yapabiliyor muydum? Hayır yapamıyordum işte!

Yeni biri geldiğinde, yeni biri ile tanıştığımda, farklı bir şey hissettiğimde kabul etmiyordum, teslim olmuyordum resmen tüm gücümle geleni itiyor, kendi kabuğuma çekiliyordum!

Kabul etmiyoruz, kabullenmek istemiyoruz belki de hiçbir hisse teslim olmak istemiyoruz... Ne korkuya, ne aşka, ne sevgiye ne de herhangi bir hissi kabul etmek istemiyor, onlara teslim olmaktan korkuyoruz...

Korkuyoruz işte! Ve daha birçok şeyden korkuyoruz. Peki neden? Belki de kendimizi çok önemli gördüğümüzden. Olabilir mi? Olabilir belki de... Asıl sorun neden kendimizi bu kadar önemseyip, egomuza yenildiğimiz belki de...
 
Aslında en büyük neden; o sesi anlamıyoruz evet ama teslim olmadığımızı zannedip aslında çokta güzel teslim oluyoruz, çokta güzel dinliyoruz. Ve o sesin söylemek istediklerinden çok uzak yollara kaçmaya çalışıyoruz.

Biz kendimizi anlamıyoruz başkası nasıl anlasın? Başkasına nasıl anlatalım?

Yaşadıklarımı anlattığım birçok kişi, annem dahil hepsinin ilk tepkisi “saçmalama!” ve hepsinin sorduğu tek soru; “bunu neden kendine yapıyorsun?”

Bir insan ister mi kendine bunları yapmak? Kimse istemez. Ben istemez miyim, tek derdim kırılan tırnağımın olmasını. Ama olmuyor.

Dedim ya o seslerden biri olmasa ben, ben değilim diye. Yapamam diye.
Belki de bu kadar yüksek sesli olmaları, her türlü hissi çok şiddetli yaşamam, belki de bu şekilde yaşamam beni ben yapıyor.



Geçtiğimiz gün anneme bu mevzudan bahsederken şunlar döküldü ağzımdan;

“İstemiyorum, o seslerin gitmesini istemiyorum. O sesler sayesinde empati yapabiliyorum,  o sesler sayesinde başkalarının hislerine ortak olabiliyorum. O sesler sayesinde olaslıkları anlayabiliyorum. O susmayan sesler sayesinde birçok kez farklı açıdan düşünebiliyorum. O sesler sayesinde kendimi koruyabiliyorum. O sesler sayesinde koşulsuz güvenip, o sesler sayesinde kazık yiyor, o sesler sayesinde üzülüyor, o sesler sayesinde mutlu oluyorum”.

Ve sonra o odadaki misafir ses sordu;
“İçinde bu kavgalar olurken, çok sevdiğin, çok değer verdiğin biri gelse, bu koltukta oturanları dinlese taraflara ne derdi?”

Düşündüm, o üç kişiyi düşündüm, bana değer veren, koşulsuz seven o üç kişiyi. Ve adım gibi emindim şunları söyleyeceklerine; 

“Korkma, endişelenme, güçlü ol! Kendine bu kadar zarar verme, herşey iyi olacak!”

Önce kendimizi anlamalıyız, farkında olmalıyız anın, hissettiklerimizin, yaşadıklarımızın… Ve tüm bunları anlayan insanlar olmalı yanımızda.

Ve odadaki misafir ses fısılca usulca; “Şefkat! Kendine şefkatli olmak!”



P.S: Son bir senedir misafir sesim olan, kendimi sevmemi, kendimle barışık olmamı ve bu tür hikayeler ile kendimi daha iyi tanımamı sağlamada yardımcı olan o misafir sese çok teşekkür ederim.